Öğretişim

Stok Kodu:
9786055270346
Boyut:
16x23,5
Sayfa Sayısı:
304
Baskı Sayısı:
3
Basım Tarihi:
2012
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%11 indirimli
20,00
17,80
9786055270346
436303
Öğretişim
Öğretişim
17.80

Bu benim ilk kitabım; ama son olmayacak. Batı ülkelerine oranla kitap
yazanların son derece az olduğu Türkiye'mizde, her bilgili kişinin bir şeyler
yazıp, deneyimlerini başkalarıyla mutlaka paylaşması gerektiğine inanıyorum. Batı ülkelerinde gördüğümüz gibi ülkemizin de her yerinde kitapçılara
adım başı rastlanılmasını, kitapçılarımız ve kütüphanelerimizin çok çeşitli
kitaplarla dolu olmasını diliyorum.
Yıl 1983. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu'ndayım.
Yüksek lisansımı yeni tamamlamışım. Bir yandan İngilizce öğretmenliği
yaparken bir yandan da kısmi zamanlı olarak sosyal psikoloji dersi veriyo-rum. Bana verilen sınıfın mevcudu 200 kişi civarında. "Sınıfa genellikle kaç
kişi gelir?" diye sordum. "30-40" diye cevap verdiler. "Gerisi ne yapar?"
Kimse bilmiyor! Sınıfa girdim; hakikaten 35 civarında öğrenci var. Kimse-nin cevabını bilmediği soruyu yeniden sordum:
"Gelmeyen arkadaşlarınız nerede?"
"Bir kısmı çalışıyor, hocam," dediler. "Bir kısmı ise kantinde; ya oyun
oynuyor ya da sohbet ediyor."
"Ya gerisi?"
"Gerisi 'içerde'."
"Gidip çağırın," dedim. "İçerde ne yapıyorlar? Dersin hangi sınıfta ol-duğunu bilmiyorlar mı?" Sınıfta müthiş bir kahkaha koptu.



"Hocam, 'içerde' demek hapiste demek; siz anlamadınız." O kadar şa-şırmıştım ki, inanın, ne cevap verdiğimi bile hatırlamıyorum. Belki de hiç
bir şey söyleyememişimdir.
Aldı mı beni bir düşünce! Derse girmeyen öğrenciye hiç alışık değilim.
'İçerde' olanlara bir şey yapamazdım ama kantinde ya da orada burada dola-şan öğrenciyi içeri çekebilmek gerekirdi. İşe başlarken müdür yardımcıların-dan biri, "Hoca hanım, siz çok gençsiniz; bazı öğrencilerle neredeyse aynı
yaştasınız. Çok dikkat edin. Sakın onların yüzlerine bakmayın; soru sormala-rına, bir şey söylemelerine izin vermeyin. Sizinle dalga geçerler, kontrol
edemezsiniz, dersinizi verin ve çıkın," diye iyi niyetle ve beni korumak ama-cıyla biraz nasihat etmişti. Ne var ki ben zaten 4-5 yıldır İngilizce öğretmen-liği yapmakta olduğum için bizim meslekte 'sahne korkusu' diye adlandırı-lan o korkudan eser yoktu. Ayrıca sadece kendimin konuşabildiği ortamlar-dan hoşlanmam. Başka kişilerin - özellikle öğrencilerimin - fikirlerini duy-maya, onlardan bir şeyler öğrenmeye bayılırım. O zaman ne yapmalıydım?
Tabii ki öğrenciyi öğrenim/ öğretim sürecine aktif olarak sokmalıydım. Ve
öyle de yaptım. Tartışmalı, alışverişli bir ders oldu sosyal psikoloji dersi. Sı-nıf mevcudu 60-70'lere fırladı. Bazen bu sayıyı da geçiyordu. Sınıfta sandal-ye yetmiyordu da yandaki sınıflardan getiriyorlardı. Çocuklar, "Hocam, siz
bizi adam yerine koyuyorsunuz." diyorlardı. Herkes memnundu. 35 yıllık
öğretmenlik deneyimimde hiç unutamadığım nadir anılarla doludur o günler.
Daha sonra bu başarı beni tatmin etmemeye başladı. Herkese projeler
vermeye karar verdim. Araştırma yapacaklar, kitap okuyacaklar ve bir konu
üzerinde dönem ödevi hazırlayacaklardı. Dönem bitmek üzereyken, ödevleri
topladım ve eve götürdüm. Okul bitmeden öğrencilere ödevleri hakkında dö-nüt vermek istediğimden, onlara söyle bir göz gezdirdim. Kaynak olarak kul-landıkları kitaplar 4'ü veya 5'i geçmiyordu ve üstelik hepsinin kullandığı ki-taplar da aynıydı. Sınıfa girdim ve sordum:
"Niye hep aynı kitapları kullandınız? Niye bu kadar az kitap kullandı-nız?"
"Başka kitap yok ki," dediler. "Biz ancak bunları bulabildik. Diğer ki-taplar hep İngilizce. Biz İngilizce bilmiyoruz ki."


Hep İngilizcenin bilindiği ortamlardan gelen biri olarak böyle bir şey
hiç aklıma gelmemişti! Nasıl da düşünememiştim! Ve o gün kendi kendime
söz verdim. Kitap yazmalıydım. Üniversite seviyesinde kitaplar.
Ne yazık ki kendime uygun bir doktora programı bulup, bitirene ve bir
üniversitede tam zamanlı olarak çalışmaya başlayana dek uzun yıllar geçti
ama kendime verdiğim sözü hiç unutmadım. Hedef olarak hep bunu gör

Bu benim ilk kitabım; ama son olmayacak. Batı ülkelerine oranla kitap
yazanların son derece az olduğu Türkiye'mizde, her bilgili kişinin bir şeyler
yazıp, deneyimlerini başkalarıyla mutlaka paylaşması gerektiğine inanıyorum. Batı ülkelerinde gördüğümüz gibi ülkemizin de her yerinde kitapçılara
adım başı rastlanılmasını, kitapçılarımız ve kütüphanelerimizin çok çeşitli
kitaplarla dolu olmasını diliyorum.
Yıl 1983. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu'ndayım.
Yüksek lisansımı yeni tamamlamışım. Bir yandan İngilizce öğretmenliği
yaparken bir yandan da kısmi zamanlı olarak sosyal psikoloji dersi veriyo-rum. Bana verilen sınıfın mevcudu 200 kişi civarında. "Sınıfa genellikle kaç
kişi gelir?" diye sordum. "30-40" diye cevap verdiler. "Gerisi ne yapar?"
Kimse bilmiyor! Sınıfa girdim; hakikaten 35 civarında öğrenci var. Kimse-nin cevabını bilmediği soruyu yeniden sordum:
"Gelmeyen arkadaşlarınız nerede?"
"Bir kısmı çalışıyor, hocam," dediler. "Bir kısmı ise kantinde; ya oyun
oynuyor ya da sohbet ediyor."
"Ya gerisi?"
"Gerisi 'içerde'."
"Gidip çağırın," dedim. "İçerde ne yapıyorlar? Dersin hangi sınıfta ol-duğunu bilmiyorlar mı?" Sınıfta müthiş bir kahkaha koptu.



"Hocam, 'içerde' demek hapiste demek; siz anlamadınız." O kadar şa-şırmıştım ki, inanın, ne cevap verdiğimi bile hatırlamıyorum. Belki de hiç
bir şey söyleyememişimdir.
Aldı mı beni bir düşünce! Derse girmeyen öğrenciye hiç alışık değilim.
'İçerde' olanlara bir şey yapamazdım ama kantinde ya da orada burada dola-şan öğrenciyi içeri çekebilmek gerekirdi. İşe başlarken müdür yardımcıların-dan biri, "Hoca hanım, siz çok gençsiniz; bazı öğrencilerle neredeyse aynı
yaştasınız. Çok dikkat edin. Sakın onların yüzlerine bakmayın; soru sormala-rına, bir şey söylemelerine izin vermeyin. Sizinle dalga geçerler, kontrol
edemezsiniz, dersinizi verin ve çıkın," diye iyi niyetle ve beni korumak ama-cıyla biraz nasihat etmişti. Ne var ki ben zaten 4-5 yıldır İngilizce öğretmen-liği yapmakta olduğum için bizim meslekte 'sahne korkusu' diye adlandırı-lan o korkudan eser yoktu. Ayrıca sadece kendimin konuşabildiği ortamlar-dan hoşlanmam. Başka kişilerin - özellikle öğrencilerimin - fikirlerini duy-maya, onlardan bir şeyler öğrenmeye bayılırım. O zaman ne yapmalıydım?
Tabii ki öğrenciyi öğrenim/ öğretim sürecine aktif olarak sokmalıydım. Ve
öyle de yaptım. Tartışmalı, alışverişli bir ders oldu sosyal psikoloji dersi. Sı-nıf mevcudu 60-70'lere fırladı. Bazen bu sayıyı da geçiyordu. Sınıfta sandal-ye yetmiyordu da yandaki sınıflardan getiriyorlardı. Çocuklar, "Hocam, siz
bizi adam yerine koyuyorsunuz." diyorlardı. Herkes memnundu. 35 yıllık
öğretmenlik deneyimimde hiç unutamadığım nadir anılarla doludur o günler.
Daha sonra bu başarı beni tatmin etmemeye başladı. Herkese projeler
vermeye karar verdim. Araştırma yapacaklar, kitap okuyacaklar ve bir konu
üzerinde dönem ödevi hazırlayacaklardı. Dönem bitmek üzereyken, ödevleri
topladım ve eve götürdüm. Okul bitmeden öğrencilere ödevleri hakkında dö-nüt vermek istediğimden, onlara söyle bir göz gezdirdim. Kaynak olarak kul-landıkları kitaplar 4'ü veya 5'i geçmiyordu ve üstelik hepsinin kullandığı ki-taplar da aynıydı. Sınıfa girdim ve sordum:
"Niye hep aynı kitapları kullandınız? Niye bu kadar az kitap kullandı-nız?"
"Başka kitap yok ki," dediler. "Biz ancak bunları bulabildik. Diğer ki-taplar hep İngilizce. Biz İngilizce bilmiyoruz ki."


Hep İngilizcenin bilindiği ortamlardan gelen biri olarak böyle bir şey
hiç aklıma gelmemişti! Nasıl da düşünememiştim! Ve o gün kendi kendime
söz verdim. Kitap yazmalıydım. Üniversite seviyesinde kitaplar.
Ne yazık ki kendime uygun bir doktora programı bulup, bitirene ve bir
üniversitede tam zamanlı olarak çalışmaya başlayana dek uzun yıllar geçti
ama kendime verdiğim sözü hiç unutmadım. Hedef olarak hep bunu gör

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat